Söyleşi

Minimalizm ve Sinema

Minimalizm gösterişten uzak kalıp sadeliği savunan, nesnenin sadece nesne olma özelliğine dikkat çekmek suretiyle, yalın bir estetik sanat biçimidir. Sanatçının öznel bakışını minimum görsel, nesne, çizgi ve renge indirgemeyi temel prensip edinmiştir.

Eserin süslü püslü, çarpıcı olmasından çok, nerede ve nasıl durduğuyla ilgilendiği için minimalist sanat felsefeyle daha çok ilişki halindedir.

Resim ve heykel başta olmak üzere sinema, müzik, edebiyat ve mimarlık gibi birçok sanat dalında da kendisini hissettirmiş olan minimalist sanatı Hegel, “Sade ama basit olmayan, yalın ama yavan olmayan bir güzellik anlayışıdır.” sözü özetler niteliktedir.
Endüstri ve makineyle yeni tanışan insanoğlu savaştan sonra yeni bir dünya düzeni, yeni bir gerçeklikle karşı karşıya kalır. Modernizmin ortaya çıkışı, aslında bu bunalımlı ve karmaşık dönemin ardından gelir. Minimalist akım; abartıya kaçmadan gösterilmesi gerekenleri olduğu gibi göstermesi ve doğal mekanları, doğal sesleri, doğal renkleri kullanmasıyla modern zamanların trajedisini yaşayan bireylerin ilgisini çekmeyi başarmıştır.

Sinemada Minimalizm
Sinema, gelişen teknolojiyle birlikte endüstrisini geliştirmiş ve güçlü bir sektör olarak piyasada yerini almıştır. Sinemada belli biçemlerin dayatılmasına bir tepki olarak tarih boyunca çeşitli akımlar ortaya çıkmıştır. Minimalist sinemanın doğmasında öncülük eden sanat akımlarının ortak özelliği, gerçekçilik, nesnellik, işlevsellik, sadeciliktir. Minimalist sinema kendisinden önceki İtalyan Yeni Gerçekçi, Fransız Yeni Dalgası gibi akımlarla etkileşime girerek olgunlaşmış bir sanat anlayışıdır.
Minimalist sinemanın ilk eserleri 1950'lerde Robert Bresson'un, Carl Theodor Dreyer'in, Yasujiro Ozu'nun ve Michelangelo Antonioni'nin filmleridir. 1990’larda bu akıma modernist minimalist auterlerden Jim Jarmush, Bela Tarr, Aki Kaurismaki ve Abbas Kiarostami gibi yönetmenler de katılır.

Minimalist Sinemanın Özellikleri;
Amatör oyuncu kullanımı öncelenir.
Profesyonelliğin sebep olduğu aşırı mimikli oyunculuktan kaçınılır.
Oyunculukta sadelik ve doğaçlama tercih edilir.
Birkaç oyuncu aynı tipi oynamaz
Bir oyuncu bir karakteri karşılar.
Dekor ve objeler olabildiğince sade ve işlevseldir.
Mümkün olduğunca doğal ışık kullanılır.
Sabit kamera açıları ve uzun planlar tercih edilir.
Yapay efektlere başvurulmaz.
Dublaj yerine sesli çekim yapılır.
Dış müzik gibi destek öğelere yer verilmez.
Filmlerin finalleri açık uçludur. Katharsis, yalnızca izleyici deneyimi üzerine kurulmasına dayanır.
Minimalist sinema akımını belli bir dönemle sınırlandırmak mümkün değildir. Dünya sinemasındaki bağımsız sinemacılar olarak adlandırılan yönetmenler bu akımın birçok özelliğine filmlerinde yer vermiştir.
Herhangi bir film içerisinde var olan durağan sahneler, geniş planlar ve sabit kamera hareketi o filmi minimalist yapmaz. Bu minimalist sinemanın anlaşılmasındaki en temel sorundur.
Ortaya çıkışı ve duruşu ile öncü bir sanat akımı olarak kabul edilen Minimalizm, “şeyler”in özünü araştırır. Yapılan işin gerçeğe uygunluğu, doğallığı ve de işlevi ortaya konan sanatın minimalist bir eser olup olmadığını belirleyecektir.
Minimalist film anlatıları farklı bir gerçeklik anlayışı üzerine inşa edilir. Eser sahipleri; “Sinema ne olmalıdır? Sinema neyi anlatmalıdır?” sorularından yola çıkarak filmlerini üretirler.
Klasik sinema anlatısının temelini Aristoteles dramaturjisinin serim, düğüm, çatışma, doruk nokta ve çözüm aşamalarını içeren yapısı oluşturur. Minimal sinema klasik anlatıdan farklı olarak hayatı olduğu gibi, yalın bir dilde yansıtmaya çalışır.

Nuri Bilge Ceylan ve Minimalist Sinema
Nuri Bilge Ceylan, 1990 sonrasında yeşeren yeni dönem Türk sinemacılarının arasında şahsına münhasır bir film dili oluşturmayı başarmış ve bunu sanatına incelikle yansıtmış bir yönetmendir.
Nuri Bilge Ceylan filmleriyle, fotoğrafik anlatıya ve gerçekçi sinema diline yakın bir duruş sergilemektedir. Özellikle ilk filmleri bu anlamda doğa-insan ilişkisini anlatan, durağan bir anlatı diline sahiptir.
Filmlerinde sanki doğadaki seslerin bize anlatacakları öyküleri duyurmak istercesine köpek, kuş, rüzgar vb. seslere dikkat çeker. Tüketimin had safhada olduğu bir zamanda doğayla uyum içinde olabilme insanlık için artık bir ütopya gibidir. Filmlerinde sanki bu duruma gönderme yaparcasına az konuşan insanlara karşın doğa seslerle örülmüştür.
Ceylan, filmlerinin “hikâyesini” sözcüklerle değil, görüntülerle, bakışlarla, mimiklerle anlatır. Onun sinemasının en önemli anlatım özelliklerinden biri de gerçeği dönüştürmeye, yeniden üretmeye çalışmadan hayatı olduğu gibi, aynı doğallıkla anlatmasıdır.
Ceylan, izleyicinin film boyunca kameranın varlığını hissetmesini istemez. Oyuncularının rol yapmalarına izin vermez. Karakteri anlatmasını değil, yaşamasını ister. Her şeyin hayatta olduğu gibi doğal olmasını ister. Bunu yakalayabilmek adına da ilk filmlerinde yakınlarını, akrabalarını, dostlarını oynatmıştır.
Uzak ve İklimler’den sonra yönetmen, hikayelerini daha çok kentte modernleşme ile bireyin kurmuş olduğu korunaklı yalnızlığına, taşra ikilemine ve bireyin iç dünyasının çıkmazlarına çevirmiştir.
Ceylan bu minvalde çektiği Üç Maymun, Bir Zamanlar Anadolu’da ve Kış Uykusu filmlerinde fotoğrafik anlatı yoluyla kurulan dünyadan, öyküsel anlatının ağırlıkta olduğu bir sinematografik dünyaya geçiş yapmıştır. Bu durum Nuri Bilge Ceylan sinemasının gerçekçilik tercihini etkilemese de, göstermek yerine anlatmayı daha çok tercih ettiğini söyleyebileceğimiz Ceylan, filmlerinde edebiyattan aldığı desteği arttırmıştır.
İKSV’de Tunuslu bir gazetecinin “Entelektüel ve filozofça film çekiyorsunuz, anlaşılmamaktan korkmuyor musunuz?” sorusuna Ceylan; “Bir yönetmen seyirci hesaplayarak film çekmez; çünkü seyirci zaten homojen bir topluluk değildir. Sinemacı en az kendisi kadar zeki birisi için çekmelidir filmini. Ben çok fazla akla hitap eden filmler yapmıyorum. Bence seyirci gerçeğin sadece bir yanıyla yetinmeyi bilmeli. Flu bölge bırakmayan bir sinemaya fazla alıştıklarını düşünüyorum. Oysa sinema derinleşebilmek için izleyicinin hayal dünyasına ihtiyaç duyar. Romanda bu daha kolay, okur, okuduklarını zihninde canlandırmak zorunda çünkü. Sinemada öyle değil. Bence biraz muğlaklık kesinlikle şart. Hayat dediğimiz şey, en yakınımızın en yakın arkadaşımızın eşimizin bile tam olarak ne düşündüğünden emin olamadığımız bir muğlaklıkta geçiyor aslında. En gerçek, en tehlikeli, en gizli duygularımızı sürekli saklamak zorundayız çünkü. Gerçeği tahmin etmek zorundayız. Bence sinemada da böyle olmalı. Ben sinemamda bir çeşit muğlaklığa çok önem veriyorum. Ama bu tamamen keyfi bir muğlaklık olmamalı. Yönetmenin kafasında her şeyin cevabı net bir şekilde olmalı muhakkak. Yoksa oyuncuyu yönetmeniz bile mümkün değil cevabı bilmiyorsanız.” demiştir.
Minimalist sinema; yaşamın özünü anlamak adına gündelik hayattaki “sıradan” konular üzerinden, insanlık halleri hakkında izleyicisini düşünmeye sevk ederek filme dahil eder.

..\Img\Display\100\Blank.jpg Minimalizm ve Sinema Minimalizm ve Sinema, Söyleşi, Minimalizm, Tuğba Kozan, Nuri Bilge Ceylan