Anime tarihten gelen görsel birikimi kullanarak üretilen Japon animasyonlarının tamamına verilen addır. Alfabesi bile resimsel simgelerden oluşan Japonya'nın dünyadaki görsel odaklı ülkelerin başında gelmesine şaşırmamak gerek. Bu bağlamda, dünyadaki ilk çizgi romanların da 17. Yüzyılda Japonya’da üretilen Toba-e ve Kibyōshi olduğunu belirtmek gerekiyor.
Animelerin Japonya’da ortaya çıkışı 20. yüzyılın başlarında olmuştur. Bugün en eski anime kabul edilen ve “hareketli resim” anlamına gelen Katsudō Shashin sadece elli kareden oluşur. Dört saniyelik bir görüntü olmasına rağmen anime dünyasının kapısını aralaması bakımından önemi büyüktür. İlk kez seyirci ile buluşan ve ilk profesyonel anime kabul edilen Imokawa Mukuzo Genkanban no Maki 1917 yılında gösterime girmiştir. Beş dakikalık yapım Shimokawa’nın deneysel çalışmalarından biridir. Dünyanın ilk renkli animasyonu olan Hakujaden ise 1958 yılında vizyona girmiştir. Çin’in Beyaz Yılan Efsanesinden uyarlanan film büyük yankı uyandırmış, lise çağlarında olan Miyazaki’yi de etkilemiş, animasyon alanına yönelmesinde etkili olmuştur.
Televizyonda yayınlanan ilk anime dizisi Osamu Tezuka’ya ait olan Tetsuwan Atom’dur (Astro Boy). 1963’te yayınlanmaya başlayan bu yapımla birlikte animeler yükselişe geçmiş, serinin Amerika’da da yayınlanmasının ardından animelerin batıya olan yolculuğu hızlanmıştır. Osamu Tezuka mangayı sıradan bir çizgi romandan ayıran tekniklerin mucididir ve “manganın babası” adıyla anılır. Anime ve Manga sanatçıları üzerindeki etkisi büyüktür.
Anime deyince akla ilk gelen isim Hayao Miyazaki’dir. Hem manga çizeri hem senarist hem yönetmen hem de yapımcı olan Miyazaki anime sektörünün hemen her katmanında çalışmıştır. Sanat yaşamına manga çizeri olarak başlamış ve bunun bir sonucu olarak da diğer manga sanatçıları gibi Tezuka’dan etkilenmiştir. Ancak genç Miyazaki günün birinde çizdiği tüm mangaların Tezuka’nın mangalarının benzeri olduğunu fark eder. Bunun üzerine tüm mangalarını toplayarak yakar. O gün bir milat olmuştur Miyazaki için, kendi üslubunu buldukça Tezuka’nın yapıtlarını da ağır bir dille eleştirmekten kendini alamaz.
Miyazaki kariyerinin ilk yıllarında yine ünlü bir anime yönetmeni olan Isao Takahata ile tanışır. Miyazaki ve Takahata birçok stüdyoda beraber çalışmaya başlarlar. 1974 yılında Takahata, çocukluğumuzun unutulmazlarından olan Heidi (Heidi, Girl of the Alps) adlı TV serisini yapar. Miyazaki de bu yapımda sahne dizaynı konusunda görev alır. Heidi’nin ardından birkaç TV serisinde daha görev alan Miyazaki sonunda televizyonu bırakarak uluslararası alanda isim yapmasını sağlayacak olan sinemaya yönelir.
Anime çalışmalarının yanında manga çalışmalarına da devam eden Miyazaki, 1982’de manga alanında hayatının eseri olan Kaze no Tani no Nausicaa’yı yayınlamaya başlar. 13 yıllık çalışmayla 1994’te biten eser 7 ciltten ve binin üzerinde sayfadan oluşur. Manganın henüz başlarında olmasına rağmen 1984 yılında Nausicaa’nın animesini de yapar Miyazaki. Bu anime Miyazaki’nin kendi üslubunu ön plana çıkardığı ve ütopyasını oluşturduğu ilk filmdir. Daha sonraki filmlerinde de sık sık kullanacağı çevreci temayı ilk kez bu filminde kullanır. Prenses Nausicaa’nın hikâyesi sanat çevrelerinden olumlu eleştiriler alır ve ticari başarı elde eder. Bunun üzerine Miyazaki ve Takahata ikilisi Toshio Suzuki ile beraber kendi stüdyolarını, Stüdyo Ghibli'yi kurarlar.
Babası savaş uçakları için parça üreten bir şirketin yöneticisi olan Miyazaki, çizim hayatına uçak resimleri çizerek başlamış ve tüm eserlerinde de görülebileceği üzere uçmak onda bir tutku halini almıştır. Stüdyo Ghibli’nin ilk filmi Gökteki Kale’de de (Tenkuu no Shiro Laputa, 1986) Miyazaki’nin uçma tutkusu ön plana çıkmıştır. Filmin müzikleri Joe Hisaishi’ye aittir. Bu projede Miyazaki ile birlikte çalışmaya başlayan Hisaishi bundan sonra da Miyazaki’nin tüm filmlerinin müziklerini yapacaktır. Gökteki Kale her ne kadar metin olarak Miyazaki’nin bazı yapımlarının gerisinde kalsa da, müzikleriyle, atmosferiyle, samimiyetiyle ustanın naçizane en sevdiğim filmleri arasındadır.
Tonari no Totoro Ustanın 1988 yapımlı filmidir. İki kız kardeşin hasta annelerini kurtarmak için giriştikleri mücadeleyi anlatan film, çocukken annesi dokuz yıl hasta yatan Miyazaki’den de izler taşır. Bu yüzden Sensei’nin en içten yapımları arasındadır. İlk çıktığı zaman Japonya’da fazla bir gişe başarısı yakalayamamış olsa da yıllar geçtikçe klasikleşen, hayran kitlesi artan bir yapım olmuş Totoro. Hatta Japon ulusal kanalı NHK’nın yaptığı bir ankette Tüm zamanların en sevilen Japon filmleri sıralamasında Komşum Totoro, Akira Kurosawa’nın devleşmiş eseri Shichinin no samurai (Seven Samurai)’ın ardından ikinci sırada yer almış. Totoro’nun çok sevilmesinin ardından Stüdyo Ghibli Totoro’yu resmi logosu olarak seçmiştir.
1997 yılında tamamlanan Mononoke-hime (Princess Mononoke) adlı yapıtı Miyazaki’nin belki de alt metni en sağlam eseridir. Nausicaa’yla büyük benzerlikler taşır aslında film; Nausicaa’yı manga tamamlanmadan yaptığı için Miyazaki hoşnut değildir yaptığı işten, Mononoke ile bunu telafi etmek ister. Japon mitolojilerine, inançlarına, felsefelerine dair ne varsa bu filmde bulabilirsiniz. Miyazaki’nin hemen her filminde karşılaştığımız doğacı yaklaşım bu filmde en yoğun bir şekilde karşımıza çıkar. İnsanların hırsı yüzünden doğa ve kutsal olan her şey yok edilmenin eşiğindedir. Doğa da insanlardan intikam almaya karar verir. Böyle bir kaos ortamından Miyazaki’nin iyimser bir final çıkarması takdire şayandır. Bu bağlamda Ortaçağ Japonyasında geçen film gerçekte günümüz dünyasına ve insanına bir eleştiridir. Filmin en güzel özelliklerinden biri de kompleks karakterler sunmasıdır; tamamen iyi veya tamamen kötü kişiler yoktur filmde, her karakter içinde hem iyilik hem kötülük taşır. Mononoke Japonya’da büyük beğeni kazanır, o güne kadar sinemada en çok izlenen filmler içinde birinci sıraya yükselir. Dünya dağıtımını Disney’in yaptığı filmle birlikte animelerin popülaritesi tavan yapar. Ustanın tüm filmleri içinde en kült olanıdır. Yapım Miyazaki’nin tüm yapımları gibi el çizimidir. Sadece beş dakikalık bir kısmında bilgisayar efekti kullanılmıştır. 140 bin karenin yarısından çoğunu Miyazaki bizzat çizmiştir. Üç yıl süren çalışma sonucu gözlerinin çok yorulduğunu söyleyerek yönetmenliği bırakacağını açıklamıştır ama filmin ardından dört uzun metraj film daha yönetmiştir.
Ruhların Kaçışı (Sen to Chihiro no kamikakushi) 2001 yılında vizyona girer. Başlangıçta “Alice Harikalar Diyarında” kitabının Miyazakicesi gibi bir düşünceyi akla getirse de, film ilerledikçe verilmek istenen mesajların çok daha derin olduğu anlaşılır. Bu kez kapitalizmi eleştirir Miyazaki, ama bu sistem tarafından da ödüllendirilerek 2003 yılında En İyi Animasyon dalında Oscar heykelciğini kazanır. Lakin Miyazaki Usta sonraki filminin çalışmalarıyla meşgul olduğunu söyleyerek Oscar ödülünü almaya gitmemiş ve Newsweek’e verdiği bir röportajda şunları ifade etmiştir: "Ülkeniz Irak'a karşı savaşa yeni başladı ve ben bu konuda aşırı öfkeliyim. Bu nedenle ödülle ilgili bir takım tereddütlerim oldu. Howl's Moving Castle'a da yeni başladım ve bu film tamamen Irak'taki savaştan etkilenerek çekiliyor." Yapım, Oscar öncesinde de 2002 yılında 52. Berlin Film Festivali'nde En iyi film dalında Altın Ayı ödülünü kazanır. Bu ödülle Altın Ayı tarihinde ilk kez animasyon dalında bir filme verilmektedir. Ruhların Kaçışı vizyonda Mononoke’nin rekorunu kırarak Japonya’da tüm zamanların en çok izlenen filmi olur ve halen birinci sıradadır.
2004 yapımı Yürüyen Şato (Howl's Moving Castle) ile Miyazaki ilk kez batı hikâyesini anlatır. Eser, İngiliz yazar Diana Wynne Jones'un aynı adlı eserinden uyarlanmıştır. Savaş karşıtı bir filmdir ve dünya siyasetini eleştirir. Savaş sahneleri iç karartıcıdır ve izleyiciyi filmin atmosferi içine sokar. Miyazaki’nin belirttiği gibi Irak savaşından etkilenmiştir bu sahneleri çekerken. Karamsar havasına rağmen Ustanın çoğu filmi gibi iyimser şekilde sonlanır.
Gake no ue no ponyo 2008‘de gösterime girmiştir. Japon balığı Ponyo’nun öyküsünü anlatır. 2013’te yayınlanan Kaze tachinu (Rüzgâr Yükseliyor) Ustanın yayınlanmış olan son uzun metraj filmidir. Bu filmde Miyazaki Japon savaş uçağı “Mitsubishi A6M Zero”yu tasarlayan mühendis Jiro Horikoshi’nin kurgusal hayat öyküsünü anlatmıştır. Japonya’nın 1. Dünya Savaşından başlayarak 2. Dünya Savaşına girmelerine kadar olan dönemde yaşadıklarını anlatan Miyazaki’nin en gerçekçi filmidir. Miyazaki 2014 yılında da Akademi tarafından Onur Ödülü olan Oscar’ı bu kez bizzat alır. Mononoke-hime’nin ardından hemen her filmden sonra emekli olduğunu açıklayan Miyazaki yeni projeler karşısında her seferinde bu kararından dönmek zorunda kalır. 2013’te Kaze tachinu’nun ardından emeklilik kararı alan Miyazaki Kasım 2016 kaynaklı haberlere göre Kemushi no Boro adlı bir tırtılın hikâyesini anlatacak projesi için bu kararını yeniden ertelemiş. Filmi 2020 Tokyo Olimpiyatlarına yetiştirmeye çalışıyormuş. Son projesi için sarf ettiği “hiçbir şey yapmadan ölmek yerine bir film yaparken ölmek çok daha güzel.” sözleri onun üretkenliğini en güzel şekilde ortaya koyuyor. Miyazaki yönettiği filmler dışında Stüdyo Ghibli’nin birçok filmine yazar ve senarist olarak da katkıda bulunmuştur.
Stüdyo Ghibli denince Miyazaki’nin filmlerinden başka unutulmaması gereken bir yapım daha vardır ki yürekleri burkan, boğazda bir düğüm bırakan yapımdır: Hotaru no haka (Grave of the Fireflies). Miyazaki’nin yol arkadaşı Isao Takahata tarafından yapılan film II. Dünya Savaşı sırasında anne ve babasını kaybeden iki kardeşin hayatta kalma mücadelesini oldukça dramatik bir şekilde anlatmaktadır. Amerikalı film eleştirmeni ve yazar Roger Ebert filmi şimdiye dek yapılmış en güçlü savaş karşıtı filmlerden biri olarak nitelendirir.
Animeler başta köklü Japon tarihi ve kültürü olmak üzere diğer doğu kültürlerinden yararlanırken, batıyı da görmezden gelmemiş ve bir kültürler bileşkesi oluşturmuşlardır. Animeleri başarılı kılan biraz da bu doğu – batı sentezi olmuştur. Animelerin diğer doğu kültüründen esinlenmelerine örnek olarak Magi’yi verebiliriz. Binbir Gece Masalları’ndan esinlenilen animenin ana karakterleri tanıdık isimler: Alibaba, Aladdin, Sinbad. Kültürel alışverişte ülkemize doğru gelecek olursak daha ilginç bir örnek çıkar karşımıza: Cowboy Bebop. Shinichirō Watanabe’nin Cowboy Bebop’u bugün klasikleşmiş ve kült haline gelmiş anime serilerinin en başında gelir. Japonya’da animeyle hiç alakası olmayan kişiler bile en azından Cowboy Bebop’un adını bilir. Gelecek zamanda geçen hikâye, Bebop ve tayfasının gezegenler arasında dolaşarak ödül avcılığı yapmasını anlatır. Tayfanın yolu bir gün Venüs’e düşer. Burada bizim kapalıçarşımız gibi bir mekâna yolları düşer. Çarşıdaki tabelalar bize yabancı değildir: “Aile Pazarı”, “Gül”, “Erdal Perde”. Çarşının içinde oturmuş nargilesini tüttüren bir abimiz vardır. Bir eve konuk olur Bebop, ince belli bardakta çay ikram edilir. Venüs’te akşam güneşi batarken ufukta Sultanahmet’i görürüz, dahası farklı bir bölümde bir karakterin adı da “Afedersiniz Hesap Lütfen”dir. Animeler bu şekilde kültürleri birleştiren ve hayal gücü konusunda sınır tanımayan yapımlardır. Sinemada Hollywood’un Amerika kültürünü dayatan yapımlarından sıkılan seyirciler bir sığınak vazifesi görürler.
Popüler kültüre de etkileri büyüktür animelerin. Yine klasikler arasında yerini almış olan 1995 yapımı Ghost in the Shell (Kôkaku Kidôtai) adlı anime vardır ki Matrix’le birebir aynı sahnelere sahiptir. Matrix bu sahnelerle ilham kaynağının Ghost in the Shell olduğunu adeta itiraf etmiştir. Ghost in the Shell’in Mart 2017’de Hollywood yapımı filmi de vizyona girecektir. Mononoke-hime’nin ise Avatar’a esin kaynağı olduğunu iki yapımı da izleyenler farkedebilirler. Tezuka’nın Kimba the White Lion (1965) adlı animesi Hollywood’un gişe canavarı olan Aslan Kral’a (The Lion King - 1994) esin kaynağı olmuştur. Bu esin Kimba’nın Simba olması kadar aşikârdır.
Ülkemizde Miyazaki’nin filmleri gösterime girse bile çok sınırlı sayıda salonda gösterime girmektedir. Daha çok film festivalleri kapsamında izlenebilmektedir. O yüzden bizde animenin yaygınlaşmasını sağlayan yapımlar daha çok Death Note, Full Metal Alchemist, Naruto, Bleach ve One Piece gibi seriler olmuştur. Ulusal kanallarımızda pek yayınlamayan anime serileri çeşitli fansub grupları ve gönüllü çevirmenler sayesinde Japonya ile aynı gün izlenebilmektedir.